ManşetÖzel HaberlerSiyaset

Yeniden Şekillenen Dünyada Kıbrıs: Özersay Olası Pazarlıkları Sıraladı

Güç merkezlerinin değiştiği, yeniden şekillenen dünyada ‘Kıbrıs’ta nereye gidiliyor? Arka planda ne tür pazarlıklar dönüyor? Özersay, Selda Bektaş’ın sorularını yanıtladı…

Güç merkezlerinin değiştiği, yeniden şekillenen dünyada ‘Kıbrıs’ta nereye gidiliyor? Arka planda ne tür pazarlıklar dönüyor? Özersay, Selda Bektaş’ın sorularını yanıtladı…

Yeni dünya düzeninde güç merkezleri değişirken, uluslararası ilişkiler de yeniden şekilleniyor. ABD, Çin, Rusya ve AB ülkeleri arasındaki çekişmeler, birçok ülkenin de kaderini belirliyor.

Peki, Kıbrıs bunun neresinde?

Rauf Denktaş, Mehmet Ali Talat ve Derviş Eroğlu’nun cumhurbaşkanlıkları döneminde müzakere heyetlerinde uzun süre görev almış; uluslararası hukuk alanında uzman, bir dönem Dışişleri Bakanlığı yapmış HP Genel Başkanı Kudret Özersay’la MESELE’de “Kıbrıs”ı konuştuk…

Türkiye’nin, İsveç’in NATO üyeliğine, “AB’ye tam üyelik sürecinin yeniden başlaması” karşılığında yeşil ışık yakması, Kıbrıs’ta diplomatik hareketlenmeleri de beraberinde getirdi.

Son olarak ABD Kongre Üyesi Pete Sessions‘ın Ercan’dan KKTC’ye gelmesi, İngiltere milletvekili Sammy Wilson’ın kaleme aldığı makale, kimi çevrelerce federasyon için çözüm umudunu yeniden yeşertti.

İki devletli çözüm modelini savunanlar için ise bu gelişmeler “KKTC’nin Tanınması” yönünde atılan adımlar olarak değerlendirildi.

Ancak güç merkezlerinin değiştiği, yeniden şekillenen dünyada işler bu kadar kolay mı? Satranç masasında ‘Kıbrıs’ bir piyon mu?

 Adanın etrafındaki siyasi gelişmeler; savaşlar ve ekonomik dengeler bizi nasıl etkiliyor?

“BUNLARLA KIBRIS TÜRKÜ’NÜ KİMSE ALDATMAYA ÇALIŞMASIN”

ABD Kongre Üyesi Pete Sessions’ın Ercan’dan KKTC’ye gelmesini; İngiliz vekil Sammy Wilson’ın kaleme aldığı makalede “tanınma” ifadeleri kullanmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Bazı konuları gereğinden fazla önemli gibi gösterip avunmaya çalışanlar var. Çok anlam yüklememek lazım bu tür ziyaretleri.

2004 yılında Annan Planı referandumundan sonra ABD’li senatör ve başka bazı yetkililer Ercan’dan KKTC’ye geldi. Bazı Amerikan yetkilileri de ABD’de kendi ofislerinde dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Talat’ı, Kıbrıs Türk Liderliği konumuyla kabul ettiler; ikili görüşme yaptılar.  

Bunlar kendi başına KKTC’nin statüsünü yükseltmez. Bu tür ziyaretler bir devlet başkanının, bir hükümet başkanının, bir bakanın yaptığı ziyaretler gibi sunulmamalıdır.

Kıbrıslı Rumlar tabi ki bundan rahatsız olur; diplomatik girişim yapar ama bir milletvekilinin buraya gelmesi bir şey değiştirmez.

Bir diğer konu da İngiliz milletvekilinin yapmış olduğu açıklama… Daha önce de başka İngiliz vekillerin benzer açıklamaları oldu. İngiliz Eski Dışişleri Bakanı Jack Straw’un ‘iki devletin varlığının kabul edilmesi gerektiği’ gibi benzer imaları olmuştu. Bunlar politikaların şekillenme dönemlerinde güç dengelerinin değişme eşiklerinde ayak sürüyen tarafa mesaj vermek için kullanılan yöntemlerdir. Ancak kendiliğinden bir anlam ifade etmez.

Sammy Wilson, İrlanda’da ‘Good Friday Agreement (Hayırlı Cuma Anlaşması)’ denilen çözüm sürecine atıf yaparak yazdığı bir makale o.  Orada sadece “BM tarafından tanınma ihtimal dışı değildir”den bahsetmiyor. İçinden seçip almak doğru bir yaklaşım değil.

“İrlanda’da olduğu gibi bir çözüm bulunması, oradan da feyz alınması neden olmasın” diyor. Ancak İrlanda’daki anlaşma bir güç ve yetki paylaşım; ortaklık modelidir. Yani iki ayrı devlet modeli değildir. Farklı kesimlerin oturup, yetkiyi ve gücü paylaştıkları bir çeşit ortaklık modeli temelinde ara formülde uzlaştıkları, birlikte yönetimin olduğu- İrlanda Cumhuriyeti ile Birleşik Krallığı’n da belli bazı rollere sahip olduğu-  bir model var orada. Yani ‘hem nala, hem mıha’ var o makalede.

Bir taraftan ‘federal’ dememiş olsa bile yönetim güç paylaşımı modelini tarif ediyor; diğer yandan iki devletten bahsediyor.

Bu ziyarete ve yazılan bu makaleye bakarak, “KKTC tanınıyor” demek fazlaca abartılı ve aşırı iyimserlik olur. Bunlarla Kıbrıs Türkü’nü kimse aldatmaya çalışmasın.

Kudret Özersay, Selda Bektaş’ın sorularını yanıtladı…

“FARKLI BİR MÜZAKERE SÜRECİ GÜNDEME GELEBİLİR”

“İsveç’in NATO üyeliğine onayı karşılığında, AB’nin Türkiye’yi üye yapma” şartının öne sürülmesi ki henüz TBMM’de de onaylanmış değil, Türkiye’nin yüzünü yeniden batıya dönmesi…

Bu gelişmelerle birlikte, Kıbrıs etrafında bir hareketlenme görüyoruz. Uzun süren bir sessizlik bozuldu gibi. Bu anlamda yeni ne olabilir?

Perde gerisinde “el-ense çekme” süreci yaşanıyor. Ülkelerin dış politikaları statik, sabit değildir. Değişen şartlar çerçevesinde dış politika gözden geçirilip, güncellenmesi gereken bir şeydir. “Türkiye politikayı değiştirecek mi?” sadece bu açıdan bakmamak gerekir.

Rusya’nın Ukrayna işgali nedeniyle Avrupa Birliği’nin değişen ihtiyaçları var.  AB’nin yeniden şekillenen AB-ABD ilişkileri meselesi var.

AB’nin, özellikle Türkiye’deki depremden sonra ve Afrika’daki siyasi gelişmelerle birlikte daha da korkmaya başladığı bir göç dalgası sorunu var.  AB bu sebeple hem kendi genel dış politikasını, hem de Türkiye ile AB ilişkilerini güncellemek ve revize etmek zorundadır.

Türkiye için de aynı şey geçerlidir. Türk ekonomisinin sıcak para bulmakla ilgili olarak Körfez ziyaretlerini görüyoruz.  Rusya ile karşılıklı masaya oturma ihtiyacı var.  Putin’le bu ay içerisinde görüşme ayarlanması söz konusu. Böyle bir kaygı var.

Aynı zamanda da batı ile ilişkilerde NATO çerçevesinde Türkiye’nin son yapmış olduğu bir manevra var ki, henüz tamamlanmadı. TBMM’de o duruyor. Beklentiler karşılanmazsa MHP ve ya AK Parti’den bazı vekillerin oylamasıyla geçmeyebilir de. Buna “oldu-bitti” diye bakanlar yanlış bakıyor.

Yunanistan da ABD ile ilişkilerini daha farklı bir zemine oturtmaya çalıştı. Ancak yeni seçilen Yunan hükümeti, hem elindeki kozlar çerçevesinde hem de dünyadaki gelişmeler çerçevesinde –Rusya ile Türkiye ilişiklerinin Türkiye’nin bir doğalgaz ‘hap’ konumuna gelmesi- Türkiye’nin batı blokundan tamamen kopmasını istemiyor. Çünkü yanı başındaki komşusu Türkiye’nin kontrol edilemeyecek bir aktöre dönüşebileceği endişesini taşıyor.

O nedenle 6 ay önceye göre bile hem Yunanistan, hem Türkiye, hem de Avrupa Birliği değişen şartlar çerçevesinde politikalarını güncellenmek ve revize edilmek durumundadır. Bunu kimse yadırgamamalı ve göz ardı etmemelidir.

Bu nedenle Kıbrıs’ta bu politikaları bir kenara koyup, “hadi federasyon görüşüyoruz” gibi bir şey olacağını düşünmem. Ama “iki devleti ve gerçekleri yok saymayacak, dikkate alabilecek bir biçimde daha farklı bir ortaklık mümkün olur mu?” diye bir müzakere süreci gündeme gelebilir.

Taraflardan birinin “ben söylemimden vazgeçtim” gibi moda girmesi beklenmemelidir. Diplomatik söylem ve çıkış yolları, alternatif bir dille yeniden şekillenebilir.

OLASI PAZARLIKLAR…

Bu süreçte beklentileriniz nedir?

Kıbrıs’ta kapsamlı çözümle ilgili bir beklentim yoktur. Ancak Kıbrıs’ta kapsamlı çözüme gidilmesi öncesinde veya paralelinde kademeli bir biçimde farklı konularda işbirliği yapılmasını sağlayacak bazı pazarlıklar gündeme gelebilir.  Bu çok olasıdır.

Elektrik konusunda, içinde İsrail ve Türkiye’nin de yer alacağı bir genel ‘Doğu Akdeniz Enterkonnekte Sistem’ kurulması ile ilgili müzakere masası kurulabilir perde gerisinde ve uzlaşı da olabilir.

Doğalgazın Avrupa’ya taşınması veya Ada’ya taşınıp, onunla elektrik üretilmesi konusunda bir pazarlık süreci başlayabilir…

Üçüncü bir konu da, İsrail ve Lübnan’la olduğu gibi –birbirini tanımayan bu iki devlet oturup deniz yetki alanlarını belirlediler, doğalgazın çıkarılmasının önünü açtılar-, bir formülün müzakeresi, bu kez Kıbrıs Türk ve Kıbrıslı Rumlar arasında gündeme gelebilir.

Geçmişte şartlar farklı olduğu için herhangi bir uzlaşının çıkmadığı bir kenara bırakılmış olan ‘limanlar’ konusu var. Türkiye’nin bir limanının Kıbrıs Rum bayrağı taşıyan gemilere açılması karşılığında KKTC’nin bir limanının Avrupa ticaret sistemine dahli edilmesi gibi –limana karşı liman, havaalanına karşı havaalanı-  çeşitli alanlarda çözümden önce işbirliği noktasında müzakerelerin önü açılabilir.

“Federasyon mu, iki devletli çözüm mü?” tartışmalarının içerisine girip de bir bataklıkla yoğrulmak yerine, bu konularda pazarlıkların olması çok daha gerçekçidir ve olumlu bir hava yaratır. Kademeli bir biçimde çözümden önce farklı konularda işbirliği konuları oturulup müzakere edilebilir. Budur gerçekçi olan…

ANAHTAR ABD’DE Mİ?

Bu pazarlıklar neden daha olası?

Bunların olması değişen güç dengeleri nedeniyle daha gerçekçidir. Amerika, Türkiye’nin Rusya’ya gereğinden fazla yakınlaşmasından rahatsız; Rusya’nın Güney Kıbrıs’a ‘elini ayağını’ sokmasından da rahatsızdır.

 Bir süredir ABD, Güney Kıbrıs’tan Rusları atmak için bir çaba içerisindedir. Bu çerçevede eğer bu bölgede Rusların etkisini kırmak istiyorsa, çok büyük bir ihtimalle Türkiye ile Yunanistan’ı, Kıbrıs Rum tarafı ile Kıbrıs Türk tarafını kapsamlı bir çözüm olmasa bile bazı konularda masaya oturtup, en azından geçici uzlaşılar elde etme yoluna zorlayabilir veya teşvik edebilir.

Bunu yaparsa burada Rusların etkisi azalmaya başlar. Kendi etkisini artırmak için kendi müttefiklerini bazı konularsa barıştırmak zorundadır. Bunun içerisine İsrail’i de koyabilir. Bunu yapması şaşırtıcı olmaz.

Çünkü İsrail ile Lübnan’ı barıştıran da Amerika’dır. İsrail ile ‘İbrahim Anlaşmalarını’ yaptırıp, Körfez ülkeleri (Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar) ile İsrail’i barıştıran, doğrudan uçuşları, ticaret anlaşmalarını ve diplomatik ilişkileri başlatan da Amerika’dır; işine öyle gelmektedir.

Bu dönemde Amerika’nın inisiyatif alıp Yunanistan, Türkiye, Rum tarafı ve Kıbrıs Türk tarafını ittifakı ayakta tutabilmek ve Rusları dışlayabilmek için bazı konularda uzlaştırıcı çaba içerisinde olabilir.

“ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI PANDEMİDE YAŞANDI…”

Dünya ekonomisi İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en derin ekonomik krizini yaşıyor.  Bazı yorumcular -Çin ve ABD arasındaki Tayvan gerilimi, Rusya-Ukrayna savaşı, son olarak Nijer’deki askeri darbe-, üçüncü dünya savaşının kapıda olduğunu söylüyor. Buna ne kadar yakınız?

Biz üçüncü dünya savaşını pandemide ve ertesindeki ekonomik buhranda yaşadık. Bunun etkileri devam ediyor.

Her dünya savaşından sonra bir düzen kuruldu.

Birinci dünya savaşından sonra Milletler Cemiyet, ikinci dünya savaşından sonra da Birleşmiş Milletler kuruldu; bir ekonomik ve siyasi düzen ortaya çıktı.

Üçüncü dünya savaşındaki pandemi ertesinde o düzen henüz kurulmadı. Şuanda geçiş dönemindeyiz. Güç dengeleri sürekli değişiyor. Bunu resmileştirilecek bir örgüt veya yeni bir siyasi durum tescil edilmedi. Ya da uluslararası bir anlaşmayla durum sabitleşmedi.

Afrika’ya bakacak olursak, Nijer’in bu kadar tartışma konusu olması, oradaki uranyumla bağlantılı. Bu uranyumu Afrika’dan elde eden en önemli AB ülkesi Fransa…

Fransa ile diğer AB ülkeleri ters görüşlere sahip ve farklı dış politika izliyorlar. Fransa sivil maksatlarla elektrik üretimi için uranyumu kullanıyor ve ihtiyacı var. Nijer’in kontrolden çıkması Fransa’yı rahatsız etti. Oraya askeri müdahalede bulunmak istiyor ve bunu da Nijerya aracılığıyla yapmayı planlarken, Nijerya senatosu bu müdahaleyi reddetti. Fransa ortada kaldı.

Şuanda enerji ve ekonomi ile bağlantılı olarak bir savaş var.

Rusya, Ukrayna’ya ‘çizmeleri ile girdi’ bu görüneni. Ancak arka planda Güney Kıbrıs’ta bazı Rus oligarklar aracılığıyla çok büyük para hareketi ve mevcudiyeti ABD’yi rahatsız etti. Yıllar sonra Amerika bile kendi dış politikasını güncelledi ve revize etti. 

Nasıl revize etti?

Rusların bu artan etkisini gördüğü için yıllarca hep savunduğu “Kıbrıs’ta çatışma durumu var. İstikrar için oraya silah ambargosu uyguluyoruz” lafını yuttu, silah ambargosunu kaldırıp, “Rumlar bizim stratejik ortağımızdır” dedi. Karşılığında da Rus savaş gemilerinin Limasol, Larnaka, Baf limanlarına girip de ikmal yapmasını engelledi.

“Kara parayla mücadelede benimle işbirliği yapacaksın” dedi ve böylece 2012’de bankalara müdahale ederek engellemeye çalıştığı Rus oligark etkisini tekrar engellemek için dış politikasını gözden geçiriyor.

 Afrika’da arka planda, para aracılığıyla, demokrasiye müdahale aracılığı ya da silah satın alma veya satma aracılığıyla Rusya ve ABD arasında; yerine göre Avrupa Birliği ve Fransa arasında, yerine göre Türkiye’nin de dahil olduğu süreçlerde mücadele devam ediyor. Hiçbir şey durağan değil.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu