ManşetÖzel HaberlerSiyasetYazarlar

Tarafları Çözüme Ulaştırma Motivasyonu Nasıl Sağlanır?

Eski Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Özdil Nami, Selda Bektaş’la MESELE’de Kıbrıs sorununda yeni gelişmeleri değerlendirdi; Cuellar’a önemli mesajlar verdi…

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, iki yıl aradan sonra María Ángela Holguín Cuellar’ı Kıbrıs sorunu için kişisel temsilci olarak atadı.

Kolombiyalı diplomat bugün adada iki taraf arasında müzakerelerin yeniden başlamasına yönelik ortak zemin arayışında bulunmak üzere liderlerle buluşuyor.

Cuellar’ın gelişi, 2017 Crans Montana’da donan müzakere sürecinin yeniden canlanacağı umudunu taşıyor.

Bu umut, aslında Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik şartlar nedeniyle hem ekonomi hem de dış ilişkiler politikalarında değişikliğe gitmesi; AB’yle ilişkileri canlandırma yönündeki açıklamaları; TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan’a giderek Atina Bildirgesi’ni imzalaması ve öncesinde Kıbrıslı Rum lider Hristoludis’le Dubai’deki ayaküstü sohbetiyle, Aralık ayında filizlenmeye başlamıştı.

Peki, Cuellar’ın gelişinden ne çıkar? Türk tarafı uluslararası camianın asla kabul etmeyeceği iki devletli çözüm modelinden vazgeçer mi? Ya da Rum tarafı yine masadan kaçıp, bizi yıllarca sürecek bir belirsizliğin ortasında bırakır mı? Bırakırsa buna uluslararası camia yine sessiz kalır mı?

2024, Kıbrıs için bir barış yılı olur mu?

Eski Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Özdil Nami, Selda Bektaş’la MESELE’de yeni gelişmeleri değerlendirdi.

Atina Bildirgesi’nin imzalanmasıyla Türk-Yunan ilişkilerinde yeni bir döneme girildi. Ancak Erdoğan- Miçotakis görüşmesi öncesinde, Erdoğan ile Rum lider Hristodulidis’in Dubai’de ayaküstü bir sohbeti oldu. Burada Erdoğan, Hristodulidis’i Türkiye’ye davet etti Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı işaret etmeden. Bunları nasıl görmeliyiz?

Bildiğiniz gibi 2017’den sonra Kıbrıs sorunu büyük bir durağanlığa girdi. Türk tarafı BM parametreleriyle yola devam edemeyeceğini deklere etti. Rum tarafı ise çelişkili mesajlar verdi. Önce Crans Montana’da gelinen noktayı tam olarak kabul etmediklerini, bazı değişiklikler istediklerini söylediler. Sonra “Crans Montana’dan devam edelim” şeklinde bir politikaya geçtiler. Burada bizim “önce iki devlet tanınsın, sonra konuşalım” dememizin getirdiği bir ortamdan faydalanmak istediler. Kendi uzlaşmazlıklarını saklayabilmek için…

Bunu bir fırsat olarak gördüler ve bugüne kadar onu takip ettiler. Bugün de içinde olduğumuz durum bu.

Bu noktada, bunun böyle oluşmasında özellikle Türkiye’deki seçim takviminin de çok büyük etkisi oldu.

Crans Montana’dan hemen sonra yerel seçimlerle ilgili bir takvim başlamıştı. Kıbrıs konusu da orada yerini buldu. Geçmişte hiç olmadığı kadar, Maraş’ta bir etkinlik yapıldığını gördük. Türkiye’den yüksek makamlar oraya geldi, kameralar geldi. Tabi arakası gelmedi. Ancak o seçime yönelik görüntüler verilmiş oldu…

Geldiğimiz noktada herkes artık gerçekçi politikalara dönme ihtiyacını hissetmeye başladı. Bunu Türkiye’de ekonomi konusunda gördük.  

Rasyonel ekonomik politikalar, rasyonel dış politikayı da gerektirir. Türkiye üreten, ihraç eden, satan bir ülke. Doğal kaynaklar açısından zengin bir ülke değil. Arap ülkeleri veya İran gibi “petrolü satalım” noktasında değiller. Türkiye’nin mutlaka üretip satması lazım. Bunun için de çok iyi uluslararası ilişkilere ihtiyaç duyuluyor. Genç nüfusunuzu iyi eğitip katma değeri yüksek üretim yapma ihtiyacınız var ve bu da başta Avrupa olmak üzere, Amerika, İsrail’le iyi ilişkileri getiriyor.

Geçmiş ekonomik politikası ile Türkiye, yüksek enflasyon, fakirleşme, işsizliğin artması gibi yüksek faturalarla karşılaştı.

Şimdi bunların bir bir düzeltilmesi gerekiyor. O adımları atarken Kıbrıs sorunu da kendini orada buluyor. Kıbrıs sorununda dünyayı tekrar karşımıza almayan, hak ve çıkarlarımıza uygun, onlardan taviz vermeyen ama bizi başta BM olmak üzere dünya ile ters düşürmeyen; 2004 ile 2010 sonuna kadar ve 2017’de de takip edilen politikaya geri dönüş ihtiyacı doğuyor; bunun arayışı var.

Bahsettiğiniz Hristodulidis’le ayaküstü görüşmeyle, “yapabileceğimiz bir şey varsa konuşalım” noktasında bazı mesajlar verilmeye başlandı. Bu en yüksek makamlardan tutun da daha aşağıya kadar devam ediyor.  

Daha sonra burada da bazı mesajların verildiğini gördük. Örneğin eski müzakereci Ergün Olgun DAÜ’de katıldığı bir konferansta, “biz iki devleti ön şart olarak koymadık” demişti.

Sayın Olgun, aslında kapalı kapılar ardında konuşulanları biraz halkla paylaşmış oldu.

Son geldiğimiz aşamada uzun süredir  “hayır” dediğimiz BM Genel Sekreteri’nin bir temsilci göndermesi isteğine en sonunda Türk tarafı olumlu mesaj verdi.

Bu şahıs için kullanılacak sıfat konusunda bir uzlaşmazlığımız vardı. Orada “BM bize yönelik bir adım attı, o yüzden onay verdik” dendi.

Türk tarafı çok net bir mesaj veriyordu. “Önce iki devlet, sonra müzakere”… Şimdi ise “gelsin temsilci”…

Cuellar’ın, Guterres’in “Şahsi” temsilcisi olarak ifade edilmesi ne anlama geliyor?

Hiçbir farkı yok. Orada geri adım atmayı kolaylaştırmak için makyaj nitelikli, kamuoyuna yönelik bir algı operasyonuydu. BM Genel Sekreteri’nin kendi temsilcisi olarak bir sıfatla geliyor. Peki, BM Genel Sekreteri kendi gelseydi, kendisi Güvelik Konseyi kararlarıyla bağlı olmayacak mıydı? Tabi ki olacaktı. Onu temsil eden biri de Konsey kararlarıyla bağlı. Orada kullanılan sıfatın, bu şahısları bağlayan BMGK kararlarıyla uzaktan yakında hiçbir ilgisi yok. Ancak önemli değildi. Bunun da yapılması gerekiyordu. Sayın Cuellar, adamıza geldi. Ortak zemin var mı? Müzakereler devam edebilir mi? Devam etmesi için ne yapmak gerek? Bu soruları yöneltmek için iki tarafla da temas yapacak. Eğer Türkiye, bunda bir fayda görmeseydi bence BM buraya gelmezdi. BM bu adımları atmadan önce bu konudaki en büyük oyuncu olan Türkiye ile de yakın istişarelerde bulunmuşlardı. Türkiye burada olumlu gelişmelere yol açabilecek bir potansiyel gördüğü için onay vermiştir. Bu kesinlikle BM’ye, Türk tarafının resmi politikası olan “iki devletli çözümü” kabul ettirme beklentisi olamaz. Demek ki başka ara yol arayışında herkes…

Eski Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Özdil Nami, Selda Bektaş’la MESELE’de yeni gelişmeleri değerlendirdi.

Türkiye dış ilişkilerde,  geçtiğimiz döneme göre çok zıt politikalar izlemeye başladı. Burada da bunu görebilir miyiz?

Her politikayı kendi içerisinde değerlendirmemiz lazım. Ama Kıbrıs konusuna geldiğimizde, şunu da kabul etmemiz gerekir ki, Crans Montana’da yaşananlardan sonra ortaya sert bir tepki koymakta haklıydı. Genel Sekreter’in de raporunda ifade ettiği gibi, çözüm aslında pratikte masadaydı. Rum tarafı kaçtı o kadar emekten sonra.

Hiç kimse de hiçbir bedel ödetmedi. Dolayısıyla Türk tarafı da dünyaya bu müzakerelerin böyle devam edemeyeceğini net bir şekilde ifade etti. Bu anlaşılır bir şey. Ama bunu kararında bırakmak lazım. Anlaşılan şuanda o olgunluğa gelindi. BM de bu mesajı net bir şekilde aldı. Rum tarafı da bu mesajı almıştır.

Ümit ediyorum ki Sayın Cuellar’ın yapacağı temaslarda iki tarafın uç noktalardaki pozisyonunun bir orta noktası bulunur.

Ne bekleyebiliriz bu temaslardan? Sayın Tatar “iki devlet” söyleminin altını çizerse…

Evet, o ifadeler tekrar edilirse, onda ısrarcı olunursa Sayın Cuellar’ın da misyonu başarısızlıkla sonuçlanacak. Ancak biraz önce ihtiyaçlardan bahsetmiştik.

Eğer bunlar ağır basacaksa, belki çok kısa vadede değil; unutmayalım ki Türkiye’de Mart’ta bir seçim daha var… Ondan önce radikal bir değişiklik olmayacak ama ondan sonraki aylarda atılacak adımların temellerini görebiliriz.

Ne gibi adımlar olabilir?

Bunu ben uzun zamandır ifade ediyorum. Bunu başkaları da ifade etmeye başladı. Şunu biliyoruz; Türk tarafının “önce tanınma, sonra müzakere” yaklaşımının dünyada kabul görmesi mümkün değil. Bu Türk Topluluk Örgütü’nde bile kabul görmedi. Sadece yüzeysel açılımlar yaptılar ama pratikte hiçbir şey olmadı.  Bunu Türkiye de, Sayın Tatar da biliyor.

Diğer taraftan Rum liderin de söylediğinin olmayacağını da (hiçbir şey olmamış gibi Crans Montana’dan kaldığı yerden devam edelim)…

Özellikle de onların hatalı tutumları nedeniyle başarısızlık olursa ne olacağını önceden belirlemeden bir maceraya Türk tarafının atılmayacağını herkes görüyor.

Dolayısıyla işte orta yol da bu olacak. BM, Türk tarafına diyecek ki, “Sizi çok iyi anlıyoruz. Ancak mevcut ön koşulunuzun yerine gelmesi mümkün değil”…

Rum tarafına da, “seni de anlıyoruz. Türk tarafının iki devletli ön koşulunu kabul etmiyorsun ama senin dediğin ucu açık ve sonuçları belli olmayan bir süreci Türk tarafını ikna etmemiz de mümkün değil…

O zaman uzlaşı noktası ne olacaktır?

Türk tarafının iki devletli politikasından bir geri adım atarak müzakerelere BM zemininde kaldığı yerden devam etmeyi kabul edecek ancak karşılığında da Rum tarafı, bu müzakerelerin belirli bir takvim sonucunda mutlaka gerekirse hakemlik yoluyla bitirileceğini ve Rum tarafı tekrar bir referandumda “hayır” derse Türk tarafının statüsünün de ne olacağını başında belirlemeyi kabul edecek.

İki taraf da bir orta yolda uzlaşıda buluşacak.

Bu yönde işaretler de alıyoruz. Örneğin Kıbrıs Barış Kültürü Merkezi Derneği (CPDC) müşterek bir bildiri hazırladı ve basınla paylaştı.

Bu formülün hayata geçmesi gerektiği yazan bu mektubu, benim de dahil olduğum geçmişte Rum ve Türk tarafında siyasette önemli görevler almış isimlerle imzaladık.

2024 yılı için Kıbrıs sorununda ne gibi gelişmeler bekliyorsunuz?

Ben 2024 yılının çözüm yılı falan olacağını düşünmüyorum. Türkiye’de bir yerel seçimler var. ABD’de başkanlık seçimi var. Kıbrıs sorunun çözülebilmesi için iç dinamiklerin yeterli olmadığını net bir şekilde biliyoruz.

 Dış aktörlerin menfaatlerinin de yine Kıbrıs’a ilgili göstermeyi gerektirmesi lazım. O da böyle seçim dönemlerinde olmaz. 2024 ‘bir el-ense çekme’, ‘ön hazırlığın’ olduğu bir yıl olacak.  Sayın Cuellar’ın görev süresi 6 ay bittikten sonra belki bir 6 ay daha uzatılacak.

Bu süre zarfında umarım, geçmiş temsilcilerde yapılan hata yapılmaz.

Jane Holl Lute gelmişti. Ve ikazlarımıza rağmen, -bu konuda tecrübesi olan kişiler olarak-, “Crans Montana’dan sonra içerik tartışmasına girme. ‘Türk tarafı garantilerle ilgili ne esneklik gösterebilir?’, ‘Karşılığında Rumlar dönüşümlü başkanlıkla ilgili ne adımlar atabilir?’, gibi tartışmalara girme.”

 Bunlar iki tarafın masaya oturduktan sonra müzakere edebileceği konular. BM’nin; yabancıların yapması gereken yegane şey, bize vermeleri gereken yardım, bir müzakere sürecinin nasıl kurgulanması gerektiğine dair yardım…

Rum tarafı bir baskı hissetmediği sürece, “müzakereler kaldığı yerden ucu açık şekilde devam etsin. BM parametrelerine saygılıyım” deyip kendini kurtarmaya çalışacak.

Nasıl bir baskı kurabilir Rum tarafı üzerinde?

BM’nin raporları vasıtasıyla olur. Uzlaşmaz tarafın, makul mantıklı olmayan tarafın kim olduğunu daha açık bir lisanla ifade eder. Bu konuda iyimser olmamızı gerektiren geçmişte çok iyi tecrübemiz yok. Crans Montana’da uzlaşmaz tarafın kim olduğu çok belliydi. Ancak Genel Sekreter, orada işaret etmekten imtina etti. Dolaylı olarak işaret etti. Bu yeterince iyi değil.  Ancak isterlerse bunu yapabilirler.

Esas baskıyı, ABD, İngiltere, Almanya koyabilir. Onlar diyebilir ki, “Bak Türkler makul bir şey söylüyor. Bu statükonun federasyon veya iki devletli formülden biri ile bitmesini istiyorlar. Bu da haklarıdır. Hep siz ‘hayır’ dediniz. Son bir şans daha, yine ‘hayır’ derseniz onların statüsünü belirlememiz lazım. Bunu yine kabul etmiyorsanız, Kıbrıslı Türklere yönelik açılımlar yapabiliriz. Türkiye’yi Kıbrıs konusunda rahatsız etmekten vazgeçebiliriz. Doğalgaz konusunu onların da menfaatlerine uygun şekilde ilerletebiliriz. Ercan Havalimanı’nı doğrudan uçuşlara açabiliriz. Mağusa Limanı’nı doğrudan ticarete açabiliriz. Şirketlerimize Kuzey’de yatırım yapmaları ile bir sıkıntı olmadığını işaret edebiliriz. Siz de Güney’den Kuzey’i seyretmeye devam edersiniz” deyip onlara “hayır” demenin bir bedeli olacağını somut bir şekilde gösterebilirler…  

Diğer Haberler

Başa dön tuşu