ManşetSiyasetYazarlar

Merhaba!

Merhaba, ben Yonca. Tanıyanlarınızın çoğu için “Yonca Hoca”. Tanımayanlar için henüz bilmediğiniz ama yazılarını ilgiyle okunacağınızı umduğumuz yeniyetme bir köşe yazarı diyelim!

Merhaba, ben Yonca. Tanıyanlarınızın çoğu için “Yonca Hoca”. Tanımayanlar için henüz bilmediğiniz ama yazılarını ilgiyle okunacağınızı umduğumuz yeniyetme bir köşe yazarı diyelim!

İlk yazımda kendimi tanıtmam istendi.

En zor yazılan yazı insanın kendini anlattığı yazı olsa gerek. Hâlbuki bir akademisyen ve arada sırada gazetelerde de yazıp çizen biri olarak yazmaya oldukça alışkınım. Siyaset Bilimci olduğum için siyasi konuların hemen hemen hepsi hakkında diyebileceğim bir şeyler var. Fakat insan kendine gelince ne diyeceğini bilemiyor adeta!

Sanırım kendi hakkımda ilk söyleyebileceğim hayatımdaki en önemli üç şeyin (ben “3K” diyorum) kızlarım, kedilerim ve koşmak olduğu. Onlar olduğu sürece gerisi kolay benim için.

5-6 yıl önce benimle yapılan bir röportajda birkaç kelime ile kendimi tanımlamam istendiğinde ise “enerjik bir dünya vatandaşı” demişim. Sanırım bugün de aynısını derdim, son senelerde biraz enerjimi kaybetmiş olsam da. Her ne kadar çoğu kişi beni akademisyen kimliğim ile bilse de ben dünya vatandaşlığı kimliğimi daha çok benimsiyorum. Nitekim, dünyayı çok merak ettiğim ve evrensel değerlere gönülden bağlı olduğum için “Uluslararası Siyaset” hocası oldum. Ama akademik hayat da beni zamanla daha çok dünya vatandaşı yaptı diyebilirim.

Dünya vatandaşlığı derken değişik coğrafya ve kültürlere olan merakımı ve evrensel değerleri kastettiğimi zaten ima etmiş bulundum. (Bir de uluslararası sınırları sevmiyorum!)

Nitekim aslında benim de ait olduğumu hissettiğim bir yer var. O da Kıbrıs. Ama hayat maceram ne Kıbrıs’ta başladı ne de Kıbrıs’ta devam ediyor. Türkiye’de doğdum ve büyüdüm. İyisiyle kötüsüyle bu da kimliğimin bir parçası.  

ODTÜ de kimliğimin bir parçası, çünkü ilk gençlik yıllarımda orada şekillendim. ODTÜ’deki eğitimim bitip de birkaç sene ne olacağım konusunda yaşadığım deneme yanılma şeklindeki tecrübelerden sonra diğer hiçbir mesleğin bendeki sonsuz merakı ve sürekli öğrenme isteğini tatmin etmeyeceğini anlayıp akademisyen olmaya karar verdim.

Rotayı Latin Amerika’yı en iyi öğrenebileceğim yer olduğunu düşündüğüm Atlantik’in öteki tarafına çevirdim ve böylece Amerika’daki yüksek lisans ve doktora maceram başladı. Amerika’ya hayran değildim ama Amerika’nın kökenime bakmadan beni kucaklayan ortamı Avrupa’ya kıyasla beni daha rahatlattı diyebilirim.

Burada sadece çalışıp çalışmadığıma bakılıyordu. Ben de çalışıyordum ve karşılığını alıyordum. (Meğer bu çok büyük bir nimetmiş. Amerika’dan döndükten sonra daha iyi anladım!)

Bir sene de Meksika’da ders verdim. O da bana Latin Amerika’da yaşamamın can sağlığım açısından riskli olduğunu öğretti. Ancak, risklerine rağmen, arzuladığım gibi Latin Amerika’yı çokça gezme, tanıma ve öğrenme fırsatım oldu. Dolayısıyla kim olduğumu anlatırken risk alabilen, farklı şeyleri tecrübe etmekten hiç çekinmeyen ve yaşadığı tecrübelerden çok şey öğrenmeyi de ihmal etmeyen bir insan olduğumu da eklemem gerekir. Nitekim bugünkü ben bu şekilde ortaya çıktı!

Amerika’da eğitimim bittikten sonra Amerika’da kalmayı hiç düşünmedim, çünkü dokuz sene geçirmiş olmama rağmen kendimi bir türlü Amerika’ya ait hissedemedim. Meksika’da bile ayrıksı bir Meksikalı olabilmiştim ama bir türlü Amerika’da Amerikalı olamıyordum. Sonra, tekrar istikametimi “anavatana” doğru çevirmişken kendimi “yavrusu” olarak nitelendirilen Kuzey Kıbrıs’ta buldum. Aslında tam da yerimi bulmuştum: Yavruvatanda yavru ODTÜ, yani ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü! (Bu yavruluk tezleri üzerine ileride mutlaka yazacaklarım var!)

ODTÜ kampüsü biraz izole bir köşede olsa da orada çalıştığım süre içinde Kıbrıs’la çok sıcak bağlar kurmayı başardım. Zaten en başından Kıbrıs’ın denizinden, güneşinden, temiz havasından büyülenmiştim. Ada beni gitgide daha çok içine çekti. Rum ve Türk pek çok dost edindim, eşimle tanıştım, adanın dillerini öğrendim… Seminerler, sergiler, protestolar derken bu adanın bir parçası oluverdim. Gerisi de çorap söküğü gibi geldi. Zamanla gazetelerde ufak tefek yazmaya, televizyonlarda görünmeye de başladım. Yeni Türkiye’nin yeni ortamında yaşayamayacağımı zaten biliyordum. Kıbrıs’ın daha özgür ortamında rahatça konuşabiliyordum ve keyfim yerindeydi. En azından 2016 yılına kadar.

Üniversitelerde, hele ODTÜ’de sorgulamak, eleştirmek bir gerekliliktir. Bilim insanı olmak sormayı, sorgulamayı gerektirir. Ancak, bildiğiniz üzere, daha sonra Türkiye’deki siyasi ortamın gittikçe otoriterleşmesi ile bunlar istenmeyen, hatta cezalandırılan faaliyetler haline geldi. Akademik özgürlükler ve liyakat prensipleri ODTÜ’de bile hızla unutuldu. En kötüsü tüm bunlar “normalleşti”.

Hikayemin üzücü kısımlarını bilen bilir. Bilmeyenler için kısaca anlatayım: 15 yıl ODTÜ kampüsünde hocalık yaptım ve işimi gayet iyi yaptım. Ama değişen koşullara ayak uyduramadım, daha doğrusu ayak uydurmamayı seçtim. ODTÜ yönetiminin değişmesi, Kuzey Kıbrıs’a artan müdahaleler derken zaten oldukça sıkıntılı bir hale gelmiş olan konumuma hasbelkader başkanı olduğum ODTÜ sendikası (KAMPÜS-SEN) başkanlığı da eklenince o meşhur kara listelere ben de girdim.

Sonra 15 yıllık işimden, evimden atılmam ile başlayan bir kâbus başladı. Sonra bana rica minnet iş teklif eden başka bir üniversite de dört ay sonra beni işten attı. Şaşırdım mı? Hiç şaşırmadım. Üzüldüm mü? Üzülmedim diyemeyeceğim, ama tüm olanları ses çıkarmadan izleseydim kendim adıma çok daha fazla üzüleceğimi bildiğimden çoğu kişinin sandığı kadar da üzülmedim aslında. Durum geride kalanlar için daha üzücüydü sanki.

Hayat iyi ya da kötü sürprizlerle dolu; seneler sonra kendimi tekrar o ait hissetmediğim yerde, yani Amerika’da buldum. Bardağın dolu tarafından bakınca oldukça iyi bir üniversitede evrensel değerleri ve özgür düşünceyi benimsemiş bir ortamda çalışmaktan dolayı rahatım epey yerinde. Doğrunun, olması gerekenin ne olduğunu tam unutmaya başlamışken buraya gelmek ve hatırlamak iyi geldi.

Dönüp de arkama baktığımda yaptığım ve yaşadığım hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum. Aksine, insan hakları, demokrasi, barış ve özgürlük gibi evrensel değerleri tutarlı bir şekilde savunmuş olduğum için mutlu ve huzurlu hissediyorum. Şu anda da Amerika’da kendi yönetimlerine inat barış, ateşkes ve özgürlük çağrısı yapan gençlerin arasında olmaktan dolayı oldukça memnunum. İster Kıbrıs’ta olsun, ister Amerika’da, ister Türkiye’de, ister dünyanın başka bir köşesinde, her zaman bu değerleri savunmaya ve savunanlarla kardeşlik yapmaya devam etmek niyetindeyim. Çok özet olmadıysa da ve biraz dolambaçlı anlattıysam kusura bakmayın, ama sanırım ben tam da buyum…

YONCA ÖZDEMİR
[email protected]

Diğer Haberler

Başa dön tuşu